Bursa.


Yeşil Bursa.


Caanım Bursa.


Caanım Yeşil Bursa.


Bir şehir sizi ara ara çağırır mı? Sesini taa iliklerinize kadar duyurabilir mi? Hatta, siz geldiniz diye gülücükler saçabilir mi? Her sokağından, her köşesinden, her parçasından size seslenebilir, sonra siz cevap vermek istediğinizde de nazlanıp başını şöyle bir çevirip duymazlıktan gelebilir mi? Bursa yapar, hem de sık sık yapar.


Bir İstanbul, bir de Bursa. Nedendir bilmem, bu iki şehirle aramızda özel bir bağ, hani derler ya “elektrik” var. İstanbul denilince burnuma hemen yosun kokuları doluşur, kulağıma sahile çarpan dalgaların sesi üşüşüverir ve hoyrat martılar başımın üzerinde çığlık çığlığa dolanır da dolanırlar. Gözlerim nemlenir, zamansız ve manasız, başımı İstanbul’un bağrına yaslayıp doyasıya ağlamak gelir içimden. Bursa ise gözlerimden akan yaşları siler nazlı nazlı. Uludağ’dan esen yeşil yeller gönlümü serinletir. Kendimi her zaman sevdiğinin yanında, gönül huzurunu bulmuş ve her şeyiyle kendini ona teslim etmiş hissederim, inadına gülümserim.


Okulların tatil olmasıyla Bursa’nın uzun zamandır süren sessiz çağrısına uyma zamanı geldi. Eşimin geçen sene Bursa’ya taşınan görümceme tatilde gelme sözü vermesi de tatlı bir tevafuk oldu. Her ne kadar yola çıkacağımız gün yollara karabasan gibi çöken kar yolculuğu zor ve tehlikeli hale getirse de, beyefendi aklına bir şey koyunca sonuna kadar sürdüreceğini bildiğim için programa uymakla yetindim. Ankara’da yüksek bir semtte oturduğumuzdan yola çıkışımız da, yolculuğumuz da maceralı oldu. Yolda çok miktarda kaza, savrulmuş-devrilmiş-yolda kalmış araçlar ve onlara yardım etmeye çalışan tertemiz yürekli Anadolu insanlarını bol bol gördük. Ta ki, caanım Bursa’ya yaklaşana kadar.


İnegöl'e gelince kara kış gözden kayboldu.

İnegöl’den sonra sıkıntımızı ve yorgunluğumuzu anlayan Bursa, her zamanki gibi şefkatini göstermiş, bizim için sakin, açık ve temiz bir havaya bürünüp bütün samimiyetiyle gülümseyerek hoş geldiniz diyordu.


İçinden geçtiğimiz Bursa’yı görünce gözlerime inanamadım. Bursa’yı en son gördüğümüzde küçücük, yardımla tay tay duran şirin mi şirin küçücük bir bebekti. Uzun zamandır gelmediğimi biliyorum, uzaktan uzaktan haberini alıyor, büyüdüğü haberini alıyordum. Şimdi karşımda büyümüş, serpilmiş, güzel mi güzel genç bir kız duruyordu. Eskiden hiç görmemiştim, ama şimdi ara ara makyaj yaptığına şahit oluyordum.


Görümcemi çok severim, onun da beni en az benim onu sevdiğim kadar sevdiğini bilirim. Eşim ile eniştesi arasında da saygılı ama samimi çok derin bir bağ var. Bursa’yı bu denli sevmemin bir sebebi de bu mudur, yoksa Bursa’yı çok sevdiğim için mi böyledir, bilemiyorum.


Sıcak, samimi bir ortam, maske yüzü görmemiş, tamamen içten gelen derin duygular ve sona eren hasretler. Mükellef bir sofra ve sizi evinizde hissettirmeyi becerebilen bir görümce. Evet, itiraf ediyorum, sanki kendi annemin evinde gibi rahat ve huzur içindeyim.


Adeta evimdeyim.

Derin bir muhabbet akşamından sonra dinlendirici bir uyku faslı ile tüm yorgunluğumuzu üzerimizden attık. Sabah, artık kulakları tırmalarcasına haykıran Bursa’nın çağrısına uyup, kendimizi dışarı attık. Kızım, “Bursa’ya geldim, denizi görmem gerekir” diye tutturunca Bursa’nın incisi Mudanya’ya yolumuzu düşürdük. Mudanya’nın bakımlı sokaklarını adımlayıp, pazarını dolaştık, alış veriş yaptık ve sonra adet olduğu üzere sahil lokantalarından birinde kokoreç-balık yiyerek ısınıp dinlendik.

Bundan sonrası tam bir rüya idi. Bursa bizi koynuna aldı, eli ile gözlerimizi sıvazladı, o dondurucu soğukta Muradiye’sini, Çekirge’sini, ŞehreKüstü’sünü, KapalıÇarşı’sını gezdirdi ama ne ben ne de çocuklarım üşümedik, üşümek ne demek, ürpermedik bile. Akşamları kırmızı kırmızı yanaklarımızla günün kritiğini yapıp gülüştük, bir sonraki günün heyecanını yaşadık.



Deniz tutkusu buz gibi havayı dinlemiyor.



Mudanya'da kokoreç yemek bir ayrıcalık.



Muradiye’yi düzenlemişler ve bakımlı hale getirmişler. Dolaşmak artık eziyet değil, zevk olmuş. Sorularınıza cevap verecek görevliler de ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlar. Her ne kadar kızıma adını veren “Daye Hatun”un mezarının nerede olduğunu çıkaramasalar da en azından epeyi çabaladılar.


Muradiye Külliyesi



Muradiye’nin arkasından Çekirge’ye Murat Hüdavendigar Camii ve Türbesini ziyaret ettik. Orada da aradığımızı bulamadık. Fatihalarla izin isteyerek Yeşil Camii’ne doğru yola çıktık.


Sultan Murat Hüdavendigar Kabri.

Yeşil. Başlı başına ayrı bir yazının konusu. Yeşil Camii’nde restorasyon çalışmaları arasında namazımızı kılarak Yeşil Türbe’ye geçtik. Nihayet orada Daye Hatun’u gördük. Her ne kadar kızıma adını  veren Koca Fatih’in süt annesi idiyse de İstanbul’a gitmemek için bu detayı kendisine söylemedik.


Daye Hatun'un kabri.

Ve Şehreküstü, Kapalıçarşı, Uzun Çarşı, Ulu Cami. Makyajlanmış, güzelleşmiş ama Bursa’nın bu makyajlara zaten ihtiyacı yok ki. Belki bizler için uğraşıyorlar.


Ulu Camii ve önündeki havuz.

Üç gün boyunca caanım Bursa’yı izledik, dinledik, konuştuk. Hasret giderdik. O bizi, bizim onu özlediğimizden çok daha fazla bize hasret kalmış. Memnuniyetinin yanında biraz da kırgınlığını ifade etti. Uğrayamadığımız, kenarında köşesinde bizim için hazırlandığı, bize göstermek için can attığı daha bir çok yerinin olduğunu bakışlarını bizden kaçırarak mahcubiyetle ifade etti. En önemlisi Emir Sultan Hazretlerini ziyaret edemediğimizi biraz da sitayişle hatırlattı.


Göz açıp kapayana kadar geçen ama her yönden dolu dolu bu ziyaretimizi en kısa zamanda yineleme sözü verdik.


Annemin evini aratmayan sıcaklığı ve tadı damağımda kalan lezzetleriyle bize özel ortamı sağlayan görümceme ve ailesine en içten muhabbetlerimi sunuyorum. Sizi ve Bursa’mı Allah’ıma (cc) emanet ediyorum.



Get Adobe Flash player



Uygulama: 04.02.2011